Dilek Yarımadası Milli Parkı'nın mükkemmel doğası bizi mest etse gerek; bu günde rotamızı milli parkın dağlarına yapacağız. Şunu not edeyim ki; Dilek Yarımadası Milli Parkı'nı tam manası ile anlamak ve yaşamak istiyorsan Söke ilçesi sınırları içinde bulunan Büyük Menderes Deltası Milli Parkı ile bütünlemen ve tamamlaman gerekiyor. Bunun içinde en az 5-6 güne ihtiyacın var demektir. Daha önce kaleme aldığım yazılarımda Priene, Eski Doğanbeyköy, Karina bölgesi gibi yerlerden bahsetmiştim. Bu günde dağlara doğru kanyon yürüyüşüyle finalimizi yapacağız.
Kahvaltımızı yaparak erken saatlerde yola koyuluyoruz. 30-35 dakika kadar sonra Dilek Yarımadası Milli Parkı'ndayız. Arabamızı parkediyoruz. Marketten aldığımız su ve birkaç parça gıdayı sırt çantamızı doldurup Mykale yani Dilek Tepe'ye doğru yol alıyoruz. Burası Oluklu Kanyon'u. Saat 09.00 civarı. Vadi içinde olduğumuzdan güneşi görme şansımız maalesef yok. Hafif soğuk bir esinti var. Bazı yerler henüz aydınlanmamış, loş ve ürkütücü. Bazen dik kayaların arasında kayboluyoruz gibi.
Vadi boyu tırmanırken karaçam, karaselvi, erguvan, defne, ıhlamur, meşe, katırtırnağı, dişbudak, yasemin, alıç, menengiç, sumak, karaağaç ve funda gibi ağaç ve çiçek kokuları bizi mest ediyor. Bu bölgede var olan özellikle ağaçlara tırmanan sevimli sincapları görmeyi umut ediyoruz. Yol boyu devam ederken kaplumbağalar ile karşılaşıyoruz. Şansımız var ise alageyik de görmeyi umut ediyoruz. Evcilleştirilmiş yaban domuzlarını saymaya gerek yok. Zaten onlar heryerde var.
Sayısız kuş türünü barındıran bu bölgede kuşların çıkarttığı farklı sesler melodi gibi. Ancak bazı sesler varki ürkütücü. En çokta çalılıklar arasından gelen hışırtılar dikkatimizi çekiyor. Unutmadan söyleyeyim ki burası nesli tükenen Anadolu parslarının en son görüldüğü yer.
Kah yürüyor, kah dinleniyor derken aradan bir buçuk saat kadar zaman geçiyor. Her ne kadar yorulsak bile yorgunluğumuza değecek bir manzara ile karşılaşıyoruz. Muhteşem ve harkulade. Tablo gibi. Karşımızda Masmavi bir deniz ve ada. Samos (Sisam) adasını çok rahatlıkla görebiliyoruz. Melia Antik Kenti'nin eteklerindeyiz. Zaman darlığı nedeniyle resimleme ve göz seyrinden sonra dönüşe geçiyoruz.
Öğle yemeği ve yorgunluk çayının ardından Zeus Mağarası'na geçiyoruz. Özellikle burası yabancı turistlerin en çok ugradığı yerlerden bir tanesi. Su buz gibi ve derin. Kalabalık olduğu için buradan ayrılıp Panionion Antik Kenti'ne geçiyoruz. Yola 150 m. kadar mesafede. İyonya devletleri Foça ile Didim arasındaki topraklarda yaşamış olup zamanın en ileri uygarlığını yaratmışlar. Aralarında Priene, Myus, Miletos, Samos, Ephesus, Teos, Labedos gibi devletlerin kurduğu federasyon, gelecek ile ilgili planları Panionion’da yapar, savaş kararlarını burada alırlarmış. Malesef o kentten sadece birkaç sıra antik tiyatro şeklindeki oturma alanı kalmış. Her taraf ormanlar ile kaplanmış. Pek bir şey ile karşılaşmayınca hayal kırıklığı içinde geri dönüyoruz.
Davutlar merkeze geldiğimizde Kurşunlu Manastırı'na doğru yol alıyoruz. Dağlara doğru yolumuz uzadıkça yollar bozuluyor. Geriye ince toz parçacıklarının oluşturduğu toz bulutları kalıyor. Bazı yol ayrımlarında tabela göremeyince sağa sola bakınıp devam ediyoruz. İşimiz zor gibi. Dönüşe geçmiş bir araba ile karşılaşıyoruz. Nihayetinde aldığımız cevap adresi bulmamıza yetiyor. Kısaca 10 km.lik yolu 40-45 dakika kadar bir zamanda katetmiş olduk.
Arabayı park ettikten sonra ormana dalıyoruz. Bizi harabelikler karşılıyor. Burası Kurşunlu Manastırı. Neredeyse ağaçlar arasında kaybolmuş. 11.yüzyıl Bizans yapısı olan manastırdan yemekhane, kiler, mutfak, keşiş odaları, revir, şapel (küçük kilise), mezarlık, manastır surları, ve savunma odaları gibi harabeye dönmüş yapı parçaları kalmış. Bir müddet burada zamana tanıklık yapıyoruz.
Sessiz sedasız döner iken bir başka kayıp şehirdebuluşmak üzere
Önceki ve sonraki gezilerim
Dilek yarımadası'na Seyir tıklayınız
Kula Peribacalarında Gün Doğarken tıklayınız
Yorumlar
Yorum Gönder